BABAMIN ANLATTIKLARINDAN.
1940'lı yıllara Çukurova'nın dağlık köylerinden delikanlının birisi, İstanbul'a çalışmaya gider.
O devirde halk yokluk içindedir. Kuru ekmek bulmak bile mucize. Yağmur yağmamış, mahsul olmamış. Zaten devlet "öşür" "varlık vergisi" adı altında bulduğunu alıyormuş.
Gelen memurun insafına kalmış bir şeymiş bu vergileme sistemi.
Memurun gözü mükellefi tutmadıysa, gerisini siz düşünün...!
Efendim sözü uzatmadan, şu bizim delikanlının macerasına dönelim.
Evinde ne yiyecek ne içecek vardır. Bulabildikleri arpayı, meşe palamudu ile el değirmeninde çekip, at nalı biçiminde bir tür çörek yapıp yaz aylarını iple çeken ana-babasını köyde bırakır, bin bir zorlukla yaya-yapıldak İstanbul'a avdet eder.
Mevsim kış, ne iş, ne bir tanıdığı, nede yatacağı bir yer vardır. Nerde bulduysa kendi gibi bir garip bulmuş. O İstanbul'u bizimkinden biraz daha iyi biliyormuş. Önce karınlarını doyuracak, daha sonrada hayallerini yerine getirecek olan bizim delikanlı, bulduğu bir işte azimle çalışmış. Bir miktar para biriktirmiş. Bu delikanlının, en büyük hayali iyi bir at almakmış.
Mevsim yaz ayına gelmiş. Köyün yolunu tutmuş.
Anadolu giderken karlı olsa da, geri dönüşte yemyeşildir. Yol boyunda koyunlar kuzuları ile, kısraklar tayları ile yayılıyormuş. Manzara aklını başından almış. Yayılan atların içinde bir tayı beğenmiş. Bu tayın sahibini bulmuş. sahibine bu taya müşteri olduğunu söylemiş, Adamda satmak istemiş, fiyatını anlaşmışlar.
Tayın sahibi de iyi bir adammış. Delikanlıyı evine misafir etmiş.
Akşam bizimki ile bol laf etmişler, yemişler içmişler.
Artık o zamanın parasıyla kaç lira istediyse adam, bizim oğlanın parası bir tay etmiş ancak. Çıplak atla ne yapsın
garibim. Düşünmüş kalmış.
Adama derki: Amca ben atın kaporasını yani yarı parasını vereyim, ben biraz daha çalışıp para kazanayım geleyim. Atım sende kalsın, geldiğimde alırım demiş. Ve bu minvalle İstanbul'a dönmüş. Bir mevsim daha çalımış biraz daha para temin etmiş, ve atın sahibinin yanına gelmiş.
Yine adam hoş karşılamış, yine misafir olmuş.
Akşamdan paranın kalanını adama saymış, sabah atı teslim alacakken adam bir süpriz yapmış. Ata iyi bir görkemli yular, bir eğer, bir heybe ve saman torbası hediye etmiş. Helalleşilip ayrılırlar.
Az gider uz gider, dere tepe düz gider, yolun yarısı geride kalır. Toroslar görünür. O dağları aştığı zaman memleketine varacaktır.
Yolda bir orta yaşlarda uğursuz adama rastlar. Bu nakis adama selam verir. Gel amca, gideceğin yere kadar seni götüreyim, terkime atla der. Bu seciyesiz adama, başından geçenleri bir bir anlatır. Az sonra bir su başına varırlar. At yemini yerken, bizimkilerde azığının kalanını birlikte yerler.
Uzun bir mücadele sonucu bir at sahibi olmanın rahatlığı ve uzun yol yorgunluğunun sonucu, bizim oğlana bir gaflet, bir rehavet çöker. Karnını doyurunca oracıkta uyuya kalır. Bu fırsatı değerlendirmeyi düşünen yol arkadaşı, atı çözer ve hemen üzerine atlar, basar kırbacı. At tam beleni aşmadan bizimki uyanır ama, ulaşması ne mümkün...! At gider.
Bizimki çaresizlik içinde orada yığılır kalır. Ve bu nankör yol arkadaşının ardından şöyle söylenir:
Behey adam, yaptığını beğendinmi?
Ben bu atı alana kadar, neler çektim. Ne kadar çalıştım, Atı yolda yayılırken gördüm, sahibinden istedim, param yetmedi, yarısını ödedim, geri gittim, bilmem ne kadar daha çalıştım, ve kalanını da ödedim. Atı aldım, yolda seni terkime bindirdim bu kadar yol geldik, azığımı bile seninle bölüştüm. Ben gencim, yine kazanırım, bunların hiç birine acımıyorum da; at ile birlikte içimdeki insan sevgisini götürdün, ona acıdım demiş.
KAYNAK BABAM TOZLU PAŞA.
Anlattığı sene: 1980 li yılların sonu.
Olayın geçtiği Tarih 1940 lı yılların başları.