(-_- ) Sevgili Dostlarım. Hoş Sefa Geldiniz. Şiirlerimle sizleri Başbaşa Bırakırken, Kulağımın Çınladığını Bilmenizi İsterim.(-_-)

BU SİTE MÜNHASIRAN MUHSİN TOZLU'YA AİTTİR. ŞİİRLERİNİ, HATIRALARINI, VE TÜM ESERLERİNİ BİR ARAYA TOPLAMAK İÇİN YAPILMIŞTIR. ŞİİRLERDE İLHAM KAYNAĞI OLAN, VE YORUMLARI İLE KATKIDA BULUNAN DOSTLARIN HEPSİNE TEŞEKKÜR EDERİZ.

   
  (-_-) Muhsin Tozlu Resmî Web Sitesi (-_-)
  Babamın Anlattıklarından
 
 

BABAMIN ANLATTIKLARINDAN.

1940'lı yıllara Çukurova'nın dağlık köylerinden delikanlının birisi, İstanbul'a çalışmaya gider. 
O devirde halk yokluk içindedir. Kuru ekmek bulmak bile mucize. Yağmur yağmamış, mahsul olmamış. Zaten devlet "öşür" "varlık vergisi" adı altında bulduğunu alıyormuş. 
Gelen memurun insafına kalmış bir şeymiş bu vergileme sistemi. 
Memurun gözü mükellefi tutmadıysa, gerisini siz düşünün...!

Efendim sözü uzatmadan, şu bizim delikanlının macerasına dönelim. 
Evinde ne yiyecek ne içecek vardır. Bulabildikleri arpayı, meşe palamudu ile el değirmeninde çekip, at nalı biçiminde bir tür çörek yapıp yaz aylarını iple çeken ana-babasını köyde bırakır, bin bir zorlukla yaya-yapıldak İstanbul'a avdet eder. 
Mevsim kış, ne iş, ne bir tanıdığı, nede yatacağı bir yer vardır. Nerde bulduysa kendi gibi bir garip bulmuş. O İstanbul'u bizimkinden biraz daha iyi biliyormuş. Önce karınlarını doyuracak, daha sonrada hayallerini yerine getirecek olan bizim delikanlı, bulduğu bir işte azimle çalışmış. Bir miktar para biriktirmiş. Bu delikanlının, en büyük hayali iyi bir at almakmış. 
Mevsim yaz ayına gelmiş. Köyün yolunu tutmuş. 
Anadolu giderken karlı olsa da, geri dönüşte yemyeşildir. Yol boyunda koyunlar kuzuları ile, kısraklar tayları ile yayılıyormuş. Manzara aklını başından almış. Yayılan atların içinde bir tayı beğenmiş. Bu tayın sahibini bulmuş. sahibine bu taya müşteri olduğunu söylemiş, Adamda satmak istemiş, fiyatını anlaşmışlar.
Tayın sahibi de iyi bir adammış. Delikanlıyı evine misafir etmiş.
Akşam bizimki ile bol laf etmişler, yemişler içmişler. 
Artık o zamanın parasıyla kaç lira istediyse adam, bizim oğlanın parası bir tay etmiş ancak. Çıplak atla ne yapsın 
garibim. Düşünmüş kalmış. 
Adama derki: Amca ben atın kaporasını yani yarı parasını vereyim, ben biraz daha çalışıp para kazanayım geleyim. Atım sende kalsın, geldiğimde alırım demiş. Ve bu minvalle İstanbul'a dönmüş. Bir mevsim daha çalımış biraz daha para temin etmiş, ve atın sahibinin yanına gelmiş.
Yine adam hoş karşılamış, yine misafir olmuş. 
Akşamdan paranın kalanını adama saymış, sabah atı teslim alacakken adam bir süpriz yapmış. Ata iyi bir görkemli yular, bir eğer, bir heybe ve saman torbası hediye etmiş. Helalleşilip ayrılırlar. 
Az gider uz gider, dere tepe düz gider, yolun yarısı geride kalır. Toroslar görünür. O dağları aştığı zaman memleketine varacaktır.
Yolda bir orta yaşlarda uğursuz adama rastlar. Bu nakis adama selam verir. Gel amca, gideceğin yere kadar seni götüreyim, terkime atla der. Bu seciyesiz adama, başından geçenleri bir bir anlatır. Az sonra bir su başına varırlar. At yemini yerken, bizimkilerde azığının kalanını birlikte yerler. 
Uzun bir mücadele sonucu bir at sahibi olmanın rahatlığı ve uzun yol yorgunluğunun sonucu, bizim oğlana bir gaflet, bir rehavet çöker. Karnını doyurunca oracıkta uyuya kalır. Bu fırsatı değerlendirmeyi düşünen yol arkadaşı, atı çözer ve hemen üzerine atlar, basar kırbacı. At tam beleni aşmadan bizimki uyanır ama, ulaşması ne mümkün...! At gider.
Bizimki çaresizlik içinde orada yığılır kalır. Ve bu nankör yol arkadaşının ardından şöyle söylenir:

Behey adam, yaptığını beğendinmi? 
Ben bu atı alana kadar, neler çektim. Ne kadar çalıştım, Atı yolda yayılırken gördüm, sahibinden istedim, param yetmedi, yarısını ödedim, geri gittim, bilmem ne kadar daha çalıştım, ve kalanını da ödedim. Atı aldım, yolda seni terkime bindirdim bu kadar yol geldik, azığımı bile seninle bölüştüm. Ben gencim, yine kazanırım, bunların hiç birine acımıyorum da; at ile birlikte içimdeki insan sevgisini götürdün, ona acıdım demiş.

KAYNAK BABAM TOZLU PAŞA.
Anlattığı sene: 1980 li yılların sonu.
Olayın geçtiği Tarih 1940 lı yılların başları.

 
Yorumlar
Muhsin Tozlu (.) Şimdi sözün özüne gelelim. Günümüzde 3.dünya savaşı başlamıştır. Ahmak müslümanlarla, kurnaz haçlıların 
 
savaşıdır bunun adı. En üst perdeden çalıyorum değilmi? Ben adını koydum arkadaş...! İster kabul edin ister etmeyin. Müslümanım deyip de, bu savaşın ana fikrini anlamayana sözüm yok, anlayan ileri çıksın ve sözüme iyi kulak versin...! 
Biz Türk milleti olarak, konumuzun kahramanı "O" delikanlı gibiyiz. Gelene ağam, gidene paşam...! Biz yardım severiz...!
Peygamber efendimizin en güzel sözlerinden olan, "Komşusu açken, tok yatan bizden değildir" hadisine, 
Türk milleti olarak harfiyyen uyuyoruz...!
Hem o kadar hayır severiz ki; canımıza kanımıza kasteden düşmana bile Türk milletine yakıştığı biçimde davranırız. Düşman süvarisinin elinden kılıcı yere düşse, atımızdan inip, kılıcını düşmana teslim edecek kadar iyilik severiz. Düşmana karşı iyilik severiz de, birbirimizede o kadar iyilik severmiyiz? Verin bakim cevabını?
Muhsin Tozlu (..) Peki ülkemizde ne kadar Suriyeli var biliyor musunuz? 
 
Peki bunun kaçta kaçı iyi niyetli Müslümanda demeyim de, yani insan? 
Bunların içinde gangsteri var, cezaevi hükümlüsü var, genelevinden, bardan pavyondan çıkmışı var, bu hayır(!) kurumlarını işleten kodoşlar var.
Getirdik, kimini alt komşumuz yaptık, kimini üst komşumuz. Türk'üz ya, ekmeğimizin yarısını verdik bu komşularımıza. Elektrik bedava, su bedava, yani bedava dedim se, kayıp kaçak ibaresi altında bu milletin sırtına fatura ediliyor. 
Demokrasinin beşiği Fransa'daki mülteci çadırlarının resimlerini gördünüz. Birde bizim kamplara bakalım? Beş yıldızlı tatil köyü gibi mubarek. Bu mandebur komşularımız karıları ile Türk milletinin şefkatli bayrağının altında klimalı kamplarda demlenirken, bu uğursuzların yüzüne, zavallı Ahmetlerim, Mehmetlerim kan döküyor. Peki bu ülkenin kahrını çekip, askerliğini yapıp, vergisini verip, cürmü miktarınca, birlik kalkınması için çalışıp da, kağıt toplayarak helal ekmeğini arayana ne kadar iyi gözle bakıyoruz? Bu garibanın hakkını başkalarına verirken hiç soruldumu? 
Devlet olarak, birinin hakkını bir başkasına vermek ne derece hak şinazlık? 
Peki, konuk demeyelim de, ekmek ortaklarımızın memleketlerine hiç gittiniz mi? Cevap verin bakim?
Ben gittim. Hatıralarımda anlattım bir bir. Hazreti google yi açın, "Muhsin Tozlu Halep hatırası" yazın çıkar. 
Orayı okumadan, bana kızmayın, düşüncem hakkında üst perdeden yorum yazmayın...!
Ne demiş, Reyhani babam? 
Dost Dediğin Kötü Günde Bellolur, 
İyi Günde Düşman Bile Dost Olur...
Biz kara gün dostuyuz ama, karşımızdaki ne kadar kara gün dostu?
Muhsin Tozlu (...) Peki bu dostlarımız Bayır Bucak Türkleri kadar neden topraklarını savunmuyorlar? Elindeki silahı, tüm techizatı İŞİD belasına bırakıp kaçmadılarmı? Neden toprakları için şehid olama yolunu seçmiyorlar?
Çünkü enayi var burada. Dingo'nun hanı burası. Gel, ye iç bedava. Yak bedava, yat bedava, ilaç bedava, doktor tedavi bedava. 
Benden daha şanslı bu baş belası komşularımız...! Ben bağkur borcumu yatıramıyorum, benim sağlık karnem yok. Ama bu hımbıl, gevşek, gayretsiz, mıymıntı, mızmız, miskin, savsak, silik sünepe, uyuntu, bir okadarda, kurnaz, açık göz, tilki, uyanık aş ortaklarımıza çok cömertiz.
Muhsin Tozlu (....) Ege sularında, murdar leşlerle köpek balıklarının neden bayram ettiğini ben biliyorum. Bilmeyene söyleyim. İster 
 
dinleyin ister dinlemeyin. Ülkemizde bu saf Allahlık, safdiller yemeyip yedirirken neden %50 şans için hayatı pahasına kumar oynuyorlar biliyormusunuz? Koyun sürüsü gibi birinin atladığı yerden hepsi Ege nin soğuk sularını boyluyorlar? Söylüyorum: Avrupada daha iyi bir hayatın var olduğunu düşündükleri için. Suriye'nin tamamI kaç miyon? 22 miyon Hazreti Gogle göre. Bu Anadolu toprağı hepsini beslermi? Bu kafayla olursak besler. Peki 
hangisine defol git dedik de, bunlar koyun gibi denize atlıyorlar dersiniz?
Muhsin Tozlu (.....) Bu davetsiz komşularımız, konumuzun kahramanı gibi, benim içimden komşu sevgisini aldılar. Anlatayım size bir bir, buyurun dinleyin...
 
Geçen yaz Ramazana bir kaç gün kala, Antep, Urfa sınır şeridini gezdim. Hem merakımı giderdim, hemde evlenmek isteyen savaştan kaçan kadın aradım. Dedim nasıl olsa din kardeşiyiz. Dilim ve kulağım Arapçaya aşina. Kesin bir tane kadın bulurum umudu ile yola çıktım. Bizim yerli kadınlara, ne söz söyleniyor, nede yanına varılıyor biliyorsunuz. A..ları altın oldu imansızların.
15 yıl önce bir kaç kere gitmiştim. yolunu yolağını bilirim. 
Gardaşım gittim ama gitmez olaydım. Bu sayede, Hanya' Konya'yı öğrendim. Bir tane doğru adam görmedim. 
Şansımmı yaver gitmedi, yoksa hep yanlış yerlere mi yolum düştü anlamadım. 
Evlenmek isteyen bekarlara kadın tedarik eden muhabbet tellalı arıyorum. Camiden çıktık, cemaatten yaşlı birisine sordum. Bu işlerle ilgilenen birisi varmı? Yada evlenmek isteyen bir kadın bulabilirmiyim? . Bir kahvehane tarif etti. Oraya git seni onlar bulur dedi. İsmi lazım değil o kahveyi buldum, oturdum, baktım sağa sola, BDP nin flaması içeriyi süslüyordu.
Çaycı Kürtçe bir şey sordu. Ben Kürtçe bilmiyorum dedim. Ama bir çay içebilirim. 
Zaten nursuz olan suratı bir daha değişti. Oradakiler bana bakıyordu. Çayı ocaktan getirene kadar 3,5 sefer bir şeyler tekrarladı. O sözünü telefona yazdım. "HIRRIM BUHA" yada HIRRIM BUKA" diyordu. Çayı her yudumlamama o sözü tekrarlıyordu. Sonra anladım ki: TENASÜL ALETİMİ YE" demekmiş. 5 lira verdim, herkese 40 kuruş olan çay, bu kadar özel sözün gereği olmalı ki, paranın üstü gelmedi. Kalkıp gittim. bir otel buldum yattım erkenden. 
Gece yarısı uykum kaçtı. Çıkıp gezeyim dedim, ona da cesaret edemedim. Otelin penceresinden dışarı bakayım dedim, çaprazımda birisinin pencereye battaniye çektiğini görünce, bende lambayı söndürdüm ve yatağıma yattım. 
Herkes lambaları söndürüyor. karartma uyguluyor, serseri mermiye hedef olmamak için.
Yarın bir başka yere gitmeye karar verdim, Gittim sordum soruşturdum, bir tane seninle ilgilenecek adam var 
dediler. Kartımı verdim, tam umudumu kesip gidecektim ki, çalmaz olası telefonum çaldı. Bir bilmediğim numara. 
Sözün kısası, birisi ile buluştuk evlerine gittik. Gencinden yaşlısına beni ayakta karşıladılar. Büyüğün elinden, küçüğün gözünden, akranımız la tokalaşarak bir musafahanın akabinde gösterdikleri yere çöktüm.
30 saniye sükünetin ardından, seni çağırmamızın sebebi bir kızımız var dedi evin sarıklı reisi. 
Akrabalarımızdan birisi ile evlendirdik, İŞİD ciler ile harbe gitti, iki yıldan beri haber gelmedi. Kayın babası özürlü kardeşine almak istiyor, yani kadının kayını, bizde özürlü diye razı olmuyoruz dedi. Zaten izinnameside yoktu, anlaşırsanız sana verelim, al götür, bizde kurtulalım dedi. Bey efendi bir adama benziyorsun, sana güveniyorum demeyi de ihmal etmedi pezeveng. 
Kadınla salona geçtik, az konuştuk, fena değildi sanki. Odaya döndük tamam dedik.
Biri hoca oldu bizim nikahımızı kıydı, bu ara kadının annesine bir miktar para vermem gerektiğini baştan söylemişlerdi. Parayı bankadan çekip geldim. Birazda yeyip içecek nikah merasimi sırasında gelenler için bir şeyler almamı söylediler. Dediklerini aldım. İmam nikahımız kıyılınca gidebilirsiniz dediler. Vakit akşam yakın idi. Dedim nereye gidelim. Otobüsler gitti. Yarın gidelim bu gün burda kalalım dedim. Ne konuştular ne dediler, bir dilleştiler, bir şeylerin ters gittiğini sezdim. Fakat yapacak hiç bir şeyim yoktu.
Bir oda gösterdiler, imam nikahlı karımı alıp odamıza çekildik. Güzel bir akşam, güzel bir geceydi. Fakat, dışarda bir sessizlik vardı. Bu sessizlik beni huzursuz ediyordu. Yinede bir dayanağım vardı. Parasını ödemiştim. Hocada nikahımızı kıymıştı. Yani tereddüt edecek bir şeyin olmadığını düşünüyor, rahatlıyordum. 
Çiçeği burnunda eşimin bana ilgisizliği canımı sıkıyordu. Neden ölü gibi duruyorsun, muamelen yetersiz dediğimde, cilve yapmayı unutmuşum diyordu tavana bakarak. 
Kısa fakat ömrümde hiç yaşamadığım bir gece yaşamıştık. Uyandığımızda saat sekize gelmişti. Kahvaltıya indiğimizde akşamki, kalabalıktan eser yoktu. Sanki yeni birileri gelmişti. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Akşam eline para saydığım kayın validem bile yoktu ortalıkta. Kahvaltımızı yaptık toparlanalım dedim fakirhanemizin neşe kaynağı arap kızına, horoz edası ile. Nede olsa kocasıydım.
Odamızda toparlanırken dışarda bir hareketlenme fark ettim. Adı Emine idi hanımefendinin. Kapıyı 
yumruklayan oldu, Kim dedim bu? Dedi ki: bu benim veletler, yani çocukları! Bunlarda mı gidecek bizimle? kim haber verdi de geldiler? cevap yok.
Bir orta yaşlı erkek sesi: Emineee... 
Ya bu da kim diye sordum, dedi ki kardeşim. Ne diyor, neden çağırıyor? ses yok. 
Artık bende bed-beniz kalmadı. Filmin sonunun nasıl biteceği belli oldu. 
Bu orta yaş bir daha seslendi ama bu sefer sesin şiddeti, 6.5 şiddetinde deprem etkisi yaptı yüreğime...! Kapıya bir vurdu, baktım kıracak, mecbur açtım. Açar açmaz, goril gibi birisi girdi içeri, Emine'mi çekti aldı. Kolunun birisinden ben çekiyordum. Emine kolunu çırpıp benden kurtulunca, tamamen umudum bitti. Eminemi bir daha göremedim. Dışarı çıktım o kahvaltı yaptığımız yere vardım, ya neler oluyor dememe kalmadı, birisi dedi: İŞİD 
harbine giden kocası gelmiştir, görürse senin başını keser... Dedim o zaman verdiğim paramı verin, Dedi ulan, 
pamuk gibi kadınla yattın ne parası... 
Vay sizin gelmişinizi geçmişinizi...
İki tane ızbandut geldi koluma girdiler. Ayaklarım yeri görmedi, Avlu hayat kapısına getirdiler, kıçıma iyi bir tepik, ağzımın üstüne kapaklandım yere. 
Gece güzel geçmişti, konuk severlikleri güzeldi ama, sabahki uğurlama o kadar hoş değildi. 
Ya çantamı verin bari dedim ağlamaklı bir ses ile. İçeriden birisi: çantan geli geli.. 
Avlu duvarının üstünden attılar çantamı, doğruca eve kadar geldim.
Muhsin Tozlu (......) Aradan bir zaman geçti. Hem tekmenin acısını unuttum, hemde Emine'mi aklıma düştü ne oldu, yine duramadım. İzmir'in Basmane semtinde Suriyelilerin çok olduğunu duydum. Burdan iki kafadar karar verdik. Arkadaşın arabası var, ehliyeti yok, benim ehliyet var arabam yok. Akşam saat 22:00 sularında yola çıktık.
 
İkimizde İzmire hiç gelmemiştik. Sora sora basmane semtini bulduk, bir caminin avlusunda mahşer yerini 
andıran kalabalığın içine girdik. "Türkçe bilen varmı" diyerek ilerliyordum. Gayet güzel Türkçe konuşan birisi ben 
varım dedi. Çıktık dışarı, oturduk bir çay haneye durumu anlattık. Adam dediki, Gördüğünüz kadınların hangisini 
isterseniz alırsınız....! Hayret doğrusu... Ya bunların sahibi yokmu? dedim. Dediki: hepsinin kocası var.
Yarın Avrupaya gitmek için yola çıkacaklar, Eğer ölmeden varacağı yere varırlarsa, gelip kadınlarını 
götürürler. Varamazlarsa kadın size kalır dedi...! Bu söz üzerine soğuk duş etmiş gibi geri döndük.
Muhsin Tozlu (.......) Şimdi söyleyin bakalım haklı mıyım değilimiyim? Ege denizinde boğulanlar hakkında ne düşüneyim. Her mor abayeli Suriyeli kadını gördüğümde, aklıma Emine'm gelse de, bu aç gözlü haris tamahkar kaşıkdaşlarım için iyi bir şey düşünemiyorum. Suçu bende değil, vebali içimden bu sevgiyi zorla alanların boynuna. 
 
Muhsin Tozlu 
13 Şubat 2016 - 23:40 Suları.

 


https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10207977021799058&set=a.1433263387260.2061800.1103172660&type=3


 
  Bugün 297 ziyaretçikişi burdaydı! Anlatamadığım Sözlerim, Dinletemediğim Fikirlerim, Yazamadığım Şiirlerim, Söyleyemediğim düşüncelerim, Diyemediklerim, Demeye gerek Görmediklerim...! Size Uğurlar Olsun...! Muhsin Tozlu  
 
Bir Yanımı Kara Taşa Veririm. Lodos yemiş Kar Gibiyim Eririm. Bazı Olur Türlü Hayal Görürüm. Güneş Batıp Karanlıklar Çökende. Muhsin Tozlu. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol