Bir hatıra iki şiir..
Halep hatırası..........
Bu Halep nedir, neyin nesi demeyin. Bu kardeşinizin halep macarası var. Bu şiir orda doğmuştur.
1990 yılında evlenmiştim.Birde oğlumuz olmuştu. Adını Fatih koymuştum. Evlenmek işimi zora sokmuştu. Geçim sıkıntısı, ve evde anneminde olmayışı bana gurbetin yolunu göstermişti. Madencilikten başka bildiğim bir işte yoktu.. İslahiye ye bir maden işetmesine girdim. Ne sigorta ne güvenlik hiç birşey yoktu. Ücret az, hak ettiğim parayı alıp alamayacağımız meçhüldü. Bunalıma girmiştim. Anlayacağınız işin tadı yoktu.
Bir dedi kodu yayıldı işçiler arasında. Suriye'ye giden kaçakçılar varmış. Orda hiç çocukları olmayan bu aile bir evlat sahibi olmak istermiş. Çok zengin olan bu aile, münasıp Türk evladı arıyomuş.
Kendi kendime , dedim ben bu işi araştırayım. Ve doğru olduğunu öğrendim. Karar verdim Suriye'ye gitmeye. Ve haber gönderdim. Giderken benide götürün ,o aileyi göreyim, eğer hoşuma giderse orada kalayım dedim. Bir ikindi zamanı işyerinden ayrıldım buluştuk bir yerde. Bilmediğim dağdan çalıdan düşe kalka 30 kişinin içinde sessizce yürüyorduk. Dikenlerin acısını hala unutamadım. Ben kürtçe bilmem. Ne konuştular ne dediler hiç anlamadım. Gece yarısından sonra ışıklar göründü, belliki bir köye gelmiştik. Ama bizim köylere benzemiyordu. Yalnız insanlar iyi insanlardı. Köylüler bizi birer ikişer evlerine misafir aldılar.Sabah olunca beni bıraktılar. Akşama doğru bir amca gelecek seni burdan alacak, şimdilik burda kal dediler. Gelecek olan benim için gelen Türk amca imiş...
Neyse ben bu arada etrafı seyrediyordum. Burda hayat şartları nasıl öğrenmek istiyordum.
Müslüman insanlardı, selamsız geçmiyorlardı. Baba dışardan içeri girerken çocuklar hemen ayağa kalkıyor, ve dede geldiği zaman dedenin eli mutlaka öpülüyordu. Pek dillerinden anlamıyordum ama, çok saygılı ve itaatli insanlardı. Acı kahveyi çok içiyor, yemeklerde çok acı biber yiyorlardı, elde sarma tütün içiyorlar ve hiç öksürmüyorlardı. Gençler sıgarayı bırak, suyu bile büyüklere karşı içmiyorlardı. Su içerken bir tarafa dönüp içiyorlardı..
Ben bu gençlerin büyüklerine olan itaatine hayran kalmıştım. Hala hayranım vallahi. Şimdi kim kime saygı gösterir... Adam senden korkmazsa selam bile vermiyor.
Öğle ezanı okundu cami uzaktı misafir olduğum evin babası imam oldu, küçük oğlu müezzin cemaatle öğle namazı kıldık. Bir aileyi düşünün herkes beraber namaz kılıp dua ediyorlardı. Hayranlığım artmıştı ne yalan söyleyim..
İkindi Namazını kıldık, ve beklenen Türk geldi. Beyaz tenli siyah saçlı geniş alınlı, 50-55 yaşlarında traşı düzgün, takım elbiseli ve yelekli , köstekli saatli uzuna yakın, bir anadolu beyefendisi bir adamdı. Ben hemen kalktım. Ellerini öptüm, o da gözlerimden öptü. Bir güzel koku sürmüştü, hoş bir adamdı vesselam.. "Hoş geldin oğul" dedi. "Baba hoş bulduk" dedim. Adamın düzgün Türkçe konuşması beni şaşırtmıştı. Bir kahve servisinden sonra misafir olduğum aile ile helallaştık, ve ayrıldık. Akşam namazından sonra eve geldik. Evin hanımı hoş karşıladı Türkçe konuşamıyordu ama benim dediğimi anlıyordu. Çok zengin ve kültürlü olduğu belliydi. Akşam tv den haberleri izledikten sonra, adamcağız dediki: "Bak oğul evimiz burası. Şu karşıda bir zeytinlik, bir arabam var bir de hatun" dedi, eşini göstererek. "Zeytini toplayıp sabun fabrikasına veriyoruz" dedi."Ben Türküm Antep'liyim ama kader kısmet buradaymış. Bak bize, benim oğlum olursan bizimle kal" dedi. "Seni evlendireyim, torunlarımı sevmek istiyorum. Allah evlat vermedi oğul" dedi.
İlk eşi vefat etmiş, bu ikinci eşi imiş. ikisinden de çocuğu olmamış.
Ben sağı solu incelerken, duvarda asılı siyah kılıflı uzun kollu saz, bir de önü camlı dolapta dizili kalın ciltli dev kiyaplar dikkatimi çekmişti. Aynı anadolu evi gibiydi. Kitapların yarısı türkçe idi. Ve tıb ile ilgiliydi. Hayatımda ilk kez şans yüzüme gülmüştü belki.
"Baba tamam kabulüm. Benimde kimsem yok kalıyorum" dedim. Üç gün geçti. Yemek yerken bazen dalarmışım. Bu durumum adamın dikkatini çekmiş olmalıki: "Oğul yavuklun varmıydı memlekette" dedi. "Yok baba" dedim, ama gözümün önüne Fatihi'm geldi. Babası evinde boynu bükük yolumu bekleyen Fadime'm aklıma geldi. Açıktan birşey demiyordum ama, yaş değil kan ağlıyordum. Kanıda içime akıtıyordum. Hiç belli etmiyordum. Ama el arif tabiki bilmezmi. Yarın kayıt işlemine gidecektik, beni Antep'li eski eşinden olan oğlu olarak kayıt yaptıracaktı. Ama vazgeçtiği belli idi. Açıkçada birşey demiyordu ama enfiyeyi sıkça çekiyordu. İkide bir Türkiye Devlet Demir Yolları hatırası olan köstekli saatine bakıyordu. Zümrüt taş tesbihini hızlı hızlı çekiyordu.
Sabah kalktık namazdan sonra ben evde görünen işlerden yapıyordum. Evin yakınında bir mersin ağacı vardı. Ağaca sırtımı yasladım ve köydeki yavrumu eşimi düşünerek, yavrumun büyüdüğünü beni arayacağını hayal ederek başladım bu şiirleri yazmaya.
Belki beni bulmasına kolaylık olsun diye şiir yazarım dedim kendi kendime. Sazımla vatanıma olan hasretimi türkülere dökerim. Belki plak kaset yapma fırsatı olur, oğlum duyar çeker gelir Suriye'ye. Neden olmasın yani.
Tam altı gün olmuştu. Akşam yemekten sonra evin hanımı kahve pişirmişti. Büyük bir cezve ile kaveyi gümüş fincanla servis yapıyordu. Bir yudum çektim ama, gözümün önüne küçük yaşta babamdan ayrılan annem geldi. Köyde yolumu bekleyen Fadime'm geldi. Tadına doyamadığım yavrum Fatih'im geldi. Gerisini hatırlamıyorum. Adamcağızın umudu kalmamıştı artık. Kusur ettiğimi sanmıyorum ama elin evladının evlat olmayacağına kanaat getirmiş olmalı ki, kalktı hiç eline almadığı sazını indirdi. Süslü püslü kılıfından özenle çıkardı. Ağırdan bir akort etti. Ve tellere bir dokunduki, bilemezsiniz. Gurbette kalan bir garip yiğide nasıl dokunur anadolu havası, ancak yaşayan bilir. Bir uzun hava çalıyordu adam. Güzel yanıkta bir sesi vardı. "Ankara'da yedim taze meyvayı" adlı türküyü söylüyordu. "Anama söyleyin anam ağlasın" deyince ben artık dayanamayacağımı anladım. İki gözümden akan yaşlara hakim olamadım. Göz yaşlarım hıçkırıklara karıştı. Adamın eşi yerinden kalktı. Adamcağız sazı divana dayadı, bende adamın boynuna sarıldım. Adamda bozuldu onunda gözlerinden yaşlar akıyordu. Göz yaşlarımız biribirine karıştı. İyi bir ağladım ve sonra oturdum, heyecanımız yatıştıktan sonra adam dediki: " Bak evlat. Seni buraya ilk gelenlerle geri göndereyim sen buralarda duramazsın. Köyüne memleketine dön" dedi. Ben hemen kalktım,elini öptüm. Adamda gözlerimden öptü. İki gün sonra arabası ile Suriye sınırına yakın bir kasabaya getirdi bir dostunun evine bıraktı. Ve helallaştık adamcağız boynu bükük zeytin ağaçlarının arasında kayboldu gitti. Bende iki gündüz bir gece orda kaldım. Türkiyeden ekmek parası için böylesi sonu olmayan maceralara körce cahilce atlayan bir kaç yabancı ile, kurban olduğum Türkiye'min toprağına geldim. Ama nasıl geldim ne gibi tehlikelerden geçtim kimse bilmez. Allah'a duam şudur ki: kimseyi vatanından cüda etmesin. Ben ancak 8-10 gün dayanabildim.
Maden ocağına geldim, çok geçmeden işten ayrıldım, köyüme döndüm. Geldim ki yavrum vefat etmiş. Fadimem zayıflamış, kibrit çöpü gibi olmuş. Ve yine gurbetin yolu göründü.1991 yılında Nevşehir Derinkuyu'ya geldim. Ondan sonrasını biliyorsunuz. Bu Kardeşinizde ne şiirler, hikayeler var. Ömrümüz olursa, eski defterleri karıştırma zamanıda bulursam tabiki.
Muhsin TOZLU. Yazıhüyük Kasabası. Derinkuyu/ NEVŞEHİR . 2 Şubat 2008
*****
https://www.facebook.com/notes/muhsin-tozlu/t-halep-hat%C4%B1ras%C4%B1-bir-hat%C4%B1raiki-%C5%9Fiir/141211215895320
AĞLA BABAM DİYE DİYE
Kaderimiz buymuş oğlum
Ağla babam diye diye
Gurbette şaşırdım yolum
Ağla babam diye diye
*
Kul bilmezse Allah bilir
Belkibirgün döner gelir
Belkide gurbette ölür
Ağla babamdiye diye
Sen ananı üzme sakın
Benden sana daha yakın
Benim gibi olma sakın
Ağla babam diye diye
Anası hergün ağlıyor
Heran düşünüp dalıyor
Oğluna ninni söylüyor
Ağla babam diye diye
Anasından sorar mola
Babam nerde der mola
Büyüyünce arar mola
Ağla babam diye diye
Acısı bağrımı yakar
Düşmanım seyrime çıkar
Albümde resmime bakar
Ağla babam diye diye
Sana anlatamam derdim
Gurbet ele mesken kurdum
Düşmanıma kaldı yurdum
Ağla babam diye diye
Çalar söyler ezgi ağıt
Vermedim oğluma öğüt
Çıksa gelse bir koç yiğit
Ağla babam diye diye
Duyunca banttan sesimi
Hemen keser nefesini
Oğlum sazın perdesini
Bağla babam diye diye
Boyuneğer ağa beye
Parası bol zengin diye
Dövmesinler yetim diye
Ağla babam diye diye
Baban göçtü gitti aha
Emanetsin sen Allaha
Sebebin gözü kör ola
Ağla babam diye diye
Yemin ettim gelmemeye
O ellerde kalmamaya
Baban gurbette yaya
Ağla babam diye diye
Namus için maldan geçtim
Gurur için senden geçtim
Bu yüzden gurbete göçtüm
Ağla babam diye diye
Der Muhsinim kuzum sana
Akıllı ol sözüm sana
Miras kalsın sazım sana
Ağla babam diye diye
Muhsin TOZLU 1990 HALEP...
*****
FADİMEM
Kısmetim kalmamış doğduğum yerde,
Göz yaşını dindiremem Fadimem.
Öldü farzet beni kaldım burada,
Daha seni kandıramam Fadimem.
Karakuyu nere? Suriye nere?
Gözüme tütüyor doğduğum yöre.
Yakan yaktı bizi göz göre göre,
Ben çilemi dolduramam Fadimem.
.
Al giyin sevdiğim donat başını,
Boşa yas tutupta çatma kaşını.
Hiç ağrıtma postacının başını,
Mektup selam gönderemem Fadimem.
Dünyada namerdin işi yolunda,
Gözü senin namusunda malında.
Çarkın kolu bir kahpenin elinde,
Gücüm yetmez döndüremem Fadimem.
Sen Allah'a, yavrum sana emanet,
Altın kafes vatan, bu imiş kısmet.
Bir yandan ayrılık bir yandan hasret,
Kör talihi öldüremem Fadimem.
Bıçağın kemiğe dayandığı an,
Ben burda yanıyom sende orda yan.
Ahrette gülermiş burda gülmeyen,
Gül yüzünü güldüremem Fadimem.
Garip Muhsin atım gelmiyor geme,
Acından ölsende kimseye deme.
Turna ile selam haber gönderme,
Kollarımı kaldıramam Fadimem.
Muhsin TOZLU 1990 HALEP...
Yorumlar
AĞBİM BENİM...YÜREĞİ ACILARLA YOĞRULMUŞ AĞBİMMM..İYİKİ AĞBİMSİN..
VAY GARDAŞIM VAYY..NE ÇİLELER ÇEKMİŞSİN DE HABERİMİZ YOK..YA NEDEN BAHSETMEDİN ŞİMDİYE KADAR BU SURİYE ANILARINI..ABİMİN YAZILARINI ÖYKÜ TADINDA OKUDUM...
SENİ SEVİYORUZZZZ MUHSİN ABİİİİİİİİİİİİİ İİİİİ...
selam muhsin abi gerçekten duygulandım çok şeyler yaşamışın inşallah bundan sonrası senin için hayırlı olur her daim yüzün güler şiirlerin çok güzel yüregine ağzına sağlık